7/7/23
5 Minute
Tepesinde insanlarla kadim zamanın tanrılarının sırt sırta oturup gün doğumu ve batımını izlediği Nemrut Dağı, yüz binlerce yıl önce bir gün patladı. Dağın heybetli ağzından çıkanlar gelip yakınlardaki kocaman bir çukurun önünü kapattı, katılaştı. Tuzlu ve sodalı sular doldu çukura, Van Gölü ya da oraların insanının deyimiyle Van Denizi ortaya çıktı ve hikayemiz böyle başladı.
Yolu Van Gölü’ne düşenler mutlaka bilir ki en soğuk havalarda bile donmayan gölün suları, bazıları hiç de küçük sayılmayacak dört adayı saklar içinde. Bunlardan biri de gölün güney kıyılarına yakın Akdamar Adası’dır. Akdamar Adası, 10. yüzyılda yapılmış ve dönemin Ermeni sanatkarlarının tüm maharetlerini üzerinde sergilediği Akdamar Kilisesi sayesinde Van Gölü’ne gelen gezginlerin uğrak yerlerindendir. Gelip gölün masmavi derinliğini ve kilisenin taş kabartmalarındaki inceliği görenler mutlaka biliyordur bu söylenceyi. Biz bilmeyenler için bir daha anlatalım, kimilerine göre Akdamar Adası’na neden Akdamar dendiğinin hikayesini...
Rivayet o ki yörede hüküm süren Vaspurakan Hanedanı’ndan Kral I. Gogik tarafından yaptırılan kilisenin baş keşişlerinden birinin dillere destan güzellikte bir kızı vardır ve bu kızın adı Tamara’dır. Adanın yakın kıyı şeridindeki köylerden birinde yaşayan genç bir çobana gönlünü kaptırır kız. Oğlan da kızı sever ve kızla buluşmak için her gece gölün acı sularında kulaç atıp adaya ulaşması gerekir. Oğlan gecenin karanlığında yüzüp geçerken kıyıyla ada arasını, Tamara bir fener tutar aşığı yolunu kaybetmesin diye. İki gencin aşkı gecenin karanlığını o fenerin cılız ışığıyla yırtar yırtmasına ama baş edilmesi gereken başka karanlıklar da vardır. Güç bir sevgidir onlarınki, belki gizlice kavuşabilirlerdi fenerin yol göstericiliğiyle ama göğüslerini gere gere günün aydınlığında bir araya gelmeleri mümkün değildir. Tamara bir keşişin kızıydı, genç çobansa Müslüman... Onları kavuşturan aşkın ışığı, her an yenik düşebilirdi karanlığa.
Tamara’nın keşiş babası, solgun bir fener ışığının aracılığında buluşulan bu yasak aşkı öğrenmiştir ve fırtınalı bir gecede bu tehlikeli sevdayı nihayete erdirmeye karar verir. Yanına bir fener alır ve bir tekneyle bir sağa bir sola savurur yalancı ışığı. Genç çoban aşkına bir an evvel kavuşmak için sürekli yer değiştiren ışığı izleyerek bir oraya bir buraya savurur kendini. Yorgun düşer sonunda, bir daha kulaç atmasına izin vermeyeceğini anlayınca bu yorgunluğun ciğerlerine doldurabildiği son nefeslerle bağırır: “Tamaraaa! Ah Tamaraaa! Ah Tamaraaa!” Karanlık sulardan gelen haykırışları işitir Tamara da. Sevgilisinin yüzleştiği acı sonu anlar ve kavuşmak için son kez, fırtınalı gecede kendini Van Gölü’ne bırakır. Derler ki dilden dile gezerken Akdamar’a dönüşmüş bu isim, ölüme giden sevgilinin son sözlerindeki haykırışlardan gelmedir, “Ahtamara”dır aslında.
Van Gölü’nün güney kıyılarına yakın, küçük bir adada bir başına ve vakur ama biraz da hüzünle izliyormuş gibi masmavi enginleri, Akdamar Kilisesi tüm sanatsallığının yanında bu dokunaklı hikayenin izlerini de taşıyormuş gibi görünür. Van Gölü ise bu etkileyici hikayenin cazibesine kapılıp ona gelen gezginler için görülecek çok daha fazla esere sahiptir. Akdamar Adası’nın yanında Çarpanak, Kuş ve Adır adalarını da sınırlarında barındıran Van Gölü, tarihi varlıkları, doğal güzellikleri ve sunduğu pek çok deneyim olanağıyla ziyaretçilerini bekliyor. Günümüzde Akdamar Anıt Müzesi olarak ziyarete açılmış olan kilisenin yanı sıra göldeki diğer adalar üzerinde bulunan tarihi manastır ve kilise kalıntılarını görebilir, muhteşem göl manzarasında sevginin tüm karanlıkları aydınlatan fenerini siz de ruhunuzda hissedebilirsiniz.