11/6/22
5 Minute
Trakya Kralı Oegrus ile müzikte kendine özgü Frigya formunu icat ettiği söylenen mitik müzisyen Hyagnis’in çocuğu olan Marsias, tıpkı Prometheus ya da Sisifos gibi olağanüstü ağır bir cezaya çarptırılan mitolojik kahramanlardan biridir. Mitolojide müziği, içkiyi, dansı ve kadınları seven doğa ruhları olarak ve zaman zaman da belden aşağısı at biçiminde tasvir edilen satyr’lerden biri olan Marsias’ın oldukça hüzünlü bir hikâyesi var. Tıpkı annesi gibi eşsiz bir müzisyen olan Marsias’ın bir anlamda sonunu da getiren eşsiz yeteneğine ve mitolojik anlatıda tanrıların kırılgan olduğu kadar gazaplarının da büyük olduğuna işaret eden bu hikayeye gelin birlikte bakalım.
Mitolojik anlatımız tanrıça Athena’nın kendi icat ettiği kavalı çalışıyla başlar. Athena, keyifle kavalını çalarken Afrodit ve Hera onunla dalga geçer. Athena bunun nedeninin kavalı üflerken şişen yanaklarından dolayı çirkinleşen yüzü olduğunu anlar ama başlangıçta ne Afrodit’e ne de Hera’ya inanır. Tanrıçaların söylediklerinin doğru olup olmadığını sınamak için Frigya’ya gelen Athena, kavalını çalarken bir suyun yansımasında yüzüne bakar ve gerçekten çirkinleştiğini fark eder. Bunun üzerine kavalı fırlatıp atar ve onu bulup alacak kişiyi lanetler.
Ne yazık ki bu lanetin gazabına uğrayacak kişi, “kutsal” Hyagnis oğlu Marsias’tan başkası değildir. Marsias geçerken gördüğü kavalı alır ve çalmaya başlar. Elbette tanrıça yapısı bu kavalın büyüleyici bir sesi vardır ve müziksever Marsias da bu büyüye hemencecik kaptırır kendini ve dünyanın en iyi müzik aleti olduğunu düşündüğü kavalı her yerde çalmaya başlar. Tabii kavalın büyüleyici sesi, Marsias’ın yeteneğiyle bir araya gelince satyr ve müziği kısa sürede büyük bir üne kavuşur.
Bu ünlü müzisyen ve çalgısından söz edildiğini güzel sanatların tanrısı Apollon da duyar elbette. Marsias’ın yeteneği hakkında söylenenleri duyunca büyük bir kıskançlığa kapılan Apollon onu kendisiyle yarışması için çağırır. Apollon’un lirini Marsias’ın da kavalını çalacağı yarışmanın sonunda taraflar kazananın diğerine istediğini yapabileceği konusunda anlaşır. Yarışmanın jürisinin ise mitolojik ilham tanrıçaları olan Muse’lar ya da Nysa’nın Nemfleri yani Okeanos'un kızları olan doğa perileri olduğu söylenir.
Yarışmada Marsias kavalını çaldığında onları dinleyen doğa perileri büyük bir coşkuya kapılarak çılgınca dans ederken, sıra Apollon’a geldiğinde ise Apollon liriyle herkesi gözyaşlarına boğan dokunaklı bir ezgiyi büyüleyici biçimde çalar. Sonuç değişmese de anlatının bundan sonraki bölümünün birkaç versiyonu bulunuyor. Bunlardan biri, yarışma Marsias’ın galibiyetiyle sonuçlanacakken Apollo’nun lirini ters çevirerek çalması ve Marsias’tan da bunu yapmasını istemesi ama doğal olarak satyr kavalını ters çevirip çalamadığı için yenik kabul edildiği hakkındadır. Diğeri ise Apollon’un çalgısının müziğine sesiyle eşlik ederek galip geldiği, buna itiraz eden Marsias’a ise kendisinin de kavalını üflediği ve dolayısıyla aynısını yaptığını söylemesiyle ilgilidir. Hikâyenin başka bir versiyonunda ise Marsias’ın kavalını çalarken ton dışına çıktığı ve yenilgiyi kendisinin kabul ettiği anlatılır.
Fakat yarışmaya ilişkin anlatılardan hangisini kabul edersek edelim, sonuç değişmez. Yenilerek en başta anlaştıkları gibi galip olanın kendisine istediğini yapmasına izin veren Marsias, tanrı Apollon tarafından derisi yüzülerek cezalandırılır. Bu acımasız cezanın uygulandığı yerin ise Frig kenti Kelainai yakınlarındaki bir mağara olduğu, Marsias’ın yüzülen derisinin Apollon tarafından Aulocrene Gölü yakınlarında bir çam ağacına asıldığı söylenir.
Gelelim mitolojik olanla gerçek olanın birbirine açıldığı eşiğe... Öncelikle anlatıda yer alan bu mekânların, günümüzde Türkiye sınırları içinde bulunduğunu belirtelim. Kelainai Antik Kenti’nin kalıntıları ve anlatıda sözü edilen Aulocrene ya da bugünkü adıyla Karakuyu Gölü günümüzde Afyonkarahisar’a bağlı Dinar ilçesi yakınlarında bulunur. Ayrıca yürütülen arkeolojik çalışmalarda bulunan ve görülmeye değer birçok Marsias heykeli de Türkiye müzelerinde sergilenmektedir. Manisa Müzesi, Aydın Müzesi, Antalya Müzesi ve İstanbul Arkeoloji Müzeleri hikâyesi hazin bir biçimde sonuçlanan bu mitolojik karakterin heykellerini görebileceğiniz müzelerdir.